Her birimiz yüzyılın en kayda değer günlerine tanık oluyoruz; bir devrin inşa olması nasıl ki birkaç seneye sığmıyorsa elbette “yeni sistem” olarak dilimize düşmeye başlayan düzen de 3-5 yılda varoluş sürecini tamamlamış olmayacak. Ancak rasyonel zihnin, bilimsel ve sosyolojik öngörülerin ötesinde, tüm post-modern toplum bireyleri olarak derinden hissettiğimiz bir dönüşüm var ki adına şimdilik “yeni normal” demiş bulunduk. Nehrin yatağı değişti ve şimdi su, farklı bir yöne doğru akıyor.
Küresel dil birliğiyle “yeni normal” dediğimiz gelecek süreç aslında; norm kelimesinin Eski Yunanca’da köken aldığı ölçmek, göstermek ifadelerinin nitelediği gibi önceden belirlenmiş bir denge/düzen çerçevesinde bir araya gelme beklentisi içermeye devam ediyor. Evrenin tüm kurallarıyla üzerine kurulu olduğu kavram; denge.
İlk yanılgımız ise dengenin sabitlikten geldiğini düşünmek olduğu için küresel bir sağlık krizi, hepimizi rotasından çıkartmaya yetti. Oysa denge; her şeyin olduğu gibi kalması hâlinin aksine, zıtlıklar arasında gidip gelen değişkenliği, bir spektrumu tanımlar. İyi haber; insan, doğadaki tüm diğer canlılar gibi varoluşu itibarıyla bu spektrum dahilinde doğru seçimleri yapmaya, yaşamını sürdürmek için dengeyi kendiliğinden bulmaya meyillidir. Kötü haber; bu eğilim gereğince ortaya konan her eylem ve düşüncede, kapsayıcı bir farkındalık düzeyi bulunmazsa elimizdeki her ne ise -duygu, istek, beklenti- ona yapışıp kalarak dengeyi bulacağımızı zannederiz. Oysa zihnimizin ve bedenimizin doğası, hâlihazırda kendisine en verimli olanı seçecek, değişen koşulların içerisinde seçimlerini revize edecek ve dengesini bulacak donanıma doğuştan sahip.
Tam burada Doğu öğretilerine paralel düşünce sistemi bakımından Batılı filozoflar arasından sıyrılan Baruch Spinoza’nın armağanı “conatus” terimi devreye giriyor. Spinoza, rasyonalist felsefe geleneğini kırarak Doğu düşüncesine ve spiritüalizme, teolojinin tuzağına düşmeden bu denli yaklaşabilmiş ilk Avrupalı düşünür olması nedeniyle ayrıcalıklı bir yere sahip. Tanrı kavramını doğa ile özdeşleştirdiği ve insanı, aklın mülkiyetiyle sınırlamayan, metafizik kökenli varoluş yaklaşımı; psikanalist düşünür Erich Fromm tarafından Zen Budizm’in sınırlarına dahil edilir.
İnsan doğasına ters olan bütün tutkuların patolojik olgular olduğunu ileri süren Spinoza; ortaya koyduğu “conatus” terimiyle, bedenin ve zihnin kendi özüne/doğasına dönmesini temel alan sürekli eğilime vurgu yapar. Bu varoluşu sürdürme çabası, aslen biyolojide çok yalın bir şekilde öğrendiğimiz hücrelerin iç dengesini koruması anlamına gelen homeostazinin psikolojik bir türevidir. Beden ve zihnin, duygu ve düşüncelerin, birbirine bağlı çalıştığını savunan Spinoza; conatus ile doğuştan sahip olduğumuz bir iç düzenleyiş mekanizmasını ifade eder. Fiziki varlığını gözeten bir insanın zihni, bu olma çabasını olumsuzlayacak bir fikir içeremez; aksine, bedensel çabanın ideada karşılığı her daim vardır. Bu bağıntı çift taraflıdır ve beden de zihnin ihtiyaçları doğrultusunda iç dengesini sürdürmeye devam eder. Ona göre insan, bilincinde olsun ya da olmasın conatusuna aykırı davranamaz. Tüm canlılar gibi doğamız gereği sahip olduğumuz bu dengeyi bulma eğilimi, kriz zamanlarında ve dış koşulların yıkımı/dönüşümü sürecinde geliştirdiğimiz üst düzey adaptasyon yeteneğimizin ta kendisidir.
Son 6 aylık dönemde; adaptasyonun ruhsal, zihinsel, bedensel tüm yönleriyle hemhâl oldukça doğamıza hem uyumlu olanı hem de zıt olanı keşfetmede, dengeyi yeniden kurmada epey yol almış olabiliriz. Bedenin conatusu ile zihnin conatusu birlikte çalıştığı için bu eşgüdümlülüğü verimli hale getirecek ve bilinci de işin içine dahil edecek her türden eylem, adaptasyonu hızlı ve nispeten sancısız kılıyor. Yoga ve meditasyonu bu eylem listesinin tepesinde konumlandırmak, azımsanmayacak bir öneme sahip.
Spinoza’nın, “Bedenin eyleme gücünü arttıran, azaltan, destekleyen ya da engelleyen her şey zihnin düşünce gücünü arttırır, azaltır, destekler ya da engeller.” önermesiyle işaret ettiği yol; tam da bizim yoga öğretisinde üst sıraya yerleştirdiğimiz beden-zihin farkındalığıyla kesişiyor. Mindfulness becerisinde öne çıkan uyanıklık hâlinin, insanın, conatusuna kulak vermesiyle yetkin kılındığını söylersek yanılmış olmayız. Duygu ve düşüncelerimizi, kapsayıcı bir tavırla gözlemlememize vesile olan meditasyon uygulamaları; doğamızın işleyişinde varolan dengeye ulaşma eğilimini yani conatusumuzu farkındalıklı bir şekilde çalıştırmamızı sağlıyor. Böylece; istenç, ihtiyaç ve eylem üçgenini, uyanık bir bilincin çatısı altında şekillendirebilme şansı doğuyor.
Nöroloji ve Psikoloji profesörü Antonio Damasio’nun “zihinsel bağışıklık uzmanı” olarak nitelediği Spinoza’nın felsefi yaklaşımı, elbette hem geneli itibariyle hem de conatus özelinde çok daha katmanlı ve derin önermeler içeriyor; ve fakat spiritüalist unsurları sistematize ederek geliştirdiği düşüncelerinin bize hatırlatmaya çalıştığı ipuçları var. İç kaynaklarımızı dışsal koşullar ne olursa olsun koruyabilme, iç dengemizi kesintisiz şekilde düzenleyebilme yetisini doğasında taşıyan varlıklar olduğumuz gerçeğini unutmamalıyız. Tıpkı Buda’nın “Sekiz Aşamalı Yüce Yol”unda sunduğu gibi; ruhsal sağlığın veya bozukluğun, yaşam biçimini belirleyen doğru ya da yanlış motivasyonlara bağlı olduğunu savunan Spinoza, varoluşumuzun özündeki eğilimin kapısını açık tutmamızı öneriyor. Bu kapının anahtarı ise yüzyıllardır ortada. Beden-zihin-ruh bütünlüğüne teslim olma, bilinçli farkındalık ekseninde yaşama/düşünme pratiği sunan yoga; sadece bedenin değil, zihnin de bağışıklığını güçlendiriyor. Her anlamda dengeyi sağlamanın yolu, bu güçlü bağışıklıktan geçiyor. Bunun bilinciyle, dönüşüm ve yıkımdan korkmadığımız bir “yeni normal” inşa edebilmek ise ilk eşiğimiz olsun.
Kaynaklar ve İleri Okuma:
– Spinoza, Benedictus (Baruch). Ethica. Alfa Yayıncılık, 2014
– Fromm, Erich. Psikanaliz ve Zen-Budizm. Say Yayınları, 2000
– Fromm, Erich. Olma Sanatı-Oto-Analiz, Öz-Farkındalık ve Meditasyon Üzerine. Say Yayınları, 2017
– Damasio, Antonio. Spinoza’yı Ararken. ODTÜ Yayınevi, 2018
– Hanh, Thich Nhât. Buda’nın Öğretisi. Okyanus Yayıncılık, 2002