Hayatta kalabilme yetimizi oluşturan, büyüten ve şekillendiren genetik geçmişimiz, yalnızca fiziksel hastalık/sağlık hâliyle tanımlanan canlılar olmadığımızın en mühim kanıtı. Son yüzyılın en kayda değer tıbbi gelişmelerinden sayılan epigenetik biliminin keşfi ile atalarımızdan aldığımız mirasın, hücreden zihne ve doğrudan psikolojik kondisyonumuza etki ettiği ispatlandı.
Epigenetik; stres, travma, psikolojik rahatsızlıklar, açlık, kuraklık ve benzeri çevresel faktörlerin kalıtımsal rolünü araştıran ve teorize eden bilim dalı. Kuşaklar boyu ebeveynlerin maruz kaldığı yaşam koşullarının, içinde bulundukları yoğun fiziksel/mental gündemlerin, DNA dizisinde değişim yaratmadan da gen ifadesinde değişikliğe neden olan mekanizmaları tetiklediği gerçeği, sosyal bilimler dünyasında da ses getirdi. Bünyemizde kalıtımsal rolü olan etmenlerin, direkt olarak bireyin çevresel şartlarıyla doğru orantılı ilerlediği bilgisinin keşfiyle dış faktörlere bağlı mental ve davranışsal eğilimlerin önemi de fark edilir oldu. Olumsuz koşulların varlığını ön planda tutarak hayatta kalma stratejilerini en başarılı şekilde pratiğe dökebilmiş negatif düşünce guruları olan ataların torunları olduğumuz gerçeği gibi; taşıdığımız mirasın içerisinde kuşaklarötesi ebeveynlerimizin alışkanlıklarını, düşünme biçimlerini, uygulama yöntemlerini ve hatta duygusal yönelimlerini bugüne getirdiğimiz bilgisi bize yepyeni kapılar açmaya muktedir. Epigenetik hafızamızın, gündelik rutinimizden, yaşam boyu davranış ve tutumlarımıza kadar etkili olduğunu kabul ettiğimizde bizden sonraki jenerasyonlar için çok daha verimli halkalar olmak üzere kendimizle çalışmanın önemini derinden kavrayabiliriz.
Sahip olduğumuz biricik genetik formülün, DNA dışındaki etkenler yoluyla kontrol edilebilir olması, bugün post-modern bireyler olarak bizi, etrafımızdaki bileşenlerle ilişki geliştirme şekillerimizi masaya yatırma konusunda teşvik ediyor. Çevresel faktörler ve bizim onlarla iletişimimizi, bağ kurma yöntemlerimiz olarak özetlediğimiz olguları daha detaylı açıklayacak olursak; yediklerimiz, içtiklerimiz, maruz kaldığımız hava kirliliği, kanserojen içerikler, sigara/alkol/uyuşturucu kullanımı, fiziksel aktivite rutini, psikolojik ve bedensel stres, bulaşıcı hastalıklar, korku, kaygı, öfke gibi gündelik pratiğe kalıcı biçimde yerleşmiş her türden etkeni sayabiliriz. Tüm bu koşulların sarmaladığı hayatta kalma metodlarımızı gözden geçirip; elimizde olmayan koşullarla ilişkimizi yeniden organize etmek, elimizde olanları değiştirmek ve zorunluluklarla olan bağımızı sürdürürken mental ve duygusal verimliliğimizi optimum seviyede tutacak uygulamalara günlük rutinimizde yer vermek, epigenetik mirasımızı şekillendirmede rol oynuyor. Bu alanda özellikle yoga ve meditasyon çalışmalarının, psikolojik ve fiziksel stresin ve travma sonrası bozuklukların etkilerini azaltmadaki paha biçilmez katkısı, şimdiden pek çok araştırmanın konusu olmuş durumda.
Epigenetik hafızamızın getirilerini bilinçli bir farkındalıkla değerlendirmeyi deneyebilme ve bırakacağımız mirasın olumlu dönüşümünde payımızın olabilmesi potansiyeli psikoloji dünyasından yoga dünyasına dek bir çok alanda heyecan yarattı. Nörolojik yatkınlığımızın ilkel düzeyde yalnızca hayatta kalabilme üzerine kurulu olduğu gerçeği bizi, olumsuz deneyimlerin olumlu deneyimlerden daha güçlü ve kalıcı şekilde aktarılabildiği bilgisine ulaştırıyor. Ve fakat burada zinciri kıracak ya da yeniden formalize edecek olan bireyler olarak biz; gelecek nesillerin kalıtımsal temellerine verimli taşlar koyarak kolektif bilince katkı sağlamanın yollarını açıyor olabiliriz. Sinir sistemi ve zihin yapısı üzerindeki etkileri kanıtlanmış, meditasyon ve bilinçli farkındalık ile yoğrulmuş bütüncül bir yoga pratiği, bizi ilkel beynin güdülerinden uzaklaştırarak mental ve duygusal tutumlarımızı dönüştürecek güce sahip. Bunun genlerimiz düzeyindeki yansımasını henüz geçen yüzyılda keşfediyor olsak da olası sonuçları hayal ettiğimizde, kendi şifamız yolunda çalışmak için yogaya adanmaya değer.
Ram Dass’ın unutulmaz sözlerinden birini de böylece hatırlamanın tam yeri: “Senin için hiçbir şey yapamam, kendi üzerimde çalışmak dışında. Benim için hiçbir şey yapamazsın, kendi üzerinde kendi üzerinde çalışmak dışında.”