”Zihin berraklaştığında kalbi duyabilirsin.” Bu cümleyi birlikte meditasyon pratiği yaptığım bir hocamdan duymuştum. Sıkışık bir yerlerden geçiyordum ve işitir işitmez içimi ferahlatmıştı. Sanıyorum hepimizde benzerdir, zor deneyimlerin içinden geçerken hiç bitmeyecekmiş gibi gelir. Ama harika haber ki, bitiyor! Hem de her şey gibi. Ve iyi ki… Çünkü bence bedenli olma deneyimi, sonlu olduğu için bu kadar özel ve keyifli.
Yoga beden, zihin ve ruh birliğini bize anımsatmak üzerine tasarlanmış bir sanattır bana göre. Dikkat ederseniz bizi bu birliğe kavuşturur demiyorum, çünkü onlar zaten birdir. Fakat insan zihni yanılsamalarla dolu bir hortum gibidir, bir kere hikayelere inanmaya başladık mı son hızda bizi içine çeker. Ben bu yazımda inanmamaktan değil uyanmaktan söz edeceğim size. Çünkü o hikayelere bugüne dek hiç inanmayanımız olduğunu pek sanmıyorum…
Gün içerisinde öyle çok uyarana maruz kalıyoruz ki, zihin artık tüm uyarıları aynı dikkatle algılamamaya başlıyor. Bu da sistemin kendini koruma biçimi, hatta bir düzlemde faydalı olduğunu bile söyleyebiliriz. Düzenli yaptığımız rutinleri düşünün; araba kullanmak, evi süpürmek, hergün yürüdüğümüz yolu yürümek vesaire vasaire. Zihin, bunlar için enerji tasarrufu yapmak adına kendini otopilota alıyor. Ama sorun şu ki bu otopilota kendimizi teslim edersek bizi öyle bir ele geçiriyor ki, artık tüm anlarımızı gerçekten ne yaptığımızı fark etmeden geçirmeye başlıyoruz. Adımlarımızı nasıl atıyoruz; dişlerimizi ne yöne doğru fırçalıyoruz; ağzımıza attığımız yiyeceklerin gerçekten nasıl bir tadı, nasıl bir dokusu var; yıkanırken suyun bedenimize değme hissi nasıl? İşte o pençeye düşersek şayet, tüm bu anları kaçırmış oluyoruz. Elbette o sırada zihnimiz de boş durmuyor bizi geçmişe, geleceğe, duygulara ve yorumlara taşıyor. İşte böylelikle zihin de berrak olmaktan giderek uzaklaşıyor.
PEKİ NE YAPABİLİRSİN?
Öncelikli olarak bilmen gereken şey şu ki, ancak fark edersen aksiyon alabilirsin. Yani asla dışarıdan sana bir sihirli değnek dokunmayacak, hayatının sorumluluğunu almak zorundasın. Diyelim ki bulaşık yıkıyorsun ve birdenbire yakın zamanda öfkelendiğin biri aklına geldi. Şayet bu öfkeye çekilmeden, içinde olduğun anda değil de geçmişte olduğunu fark edebilirsen önce derin bir nefes alıp kendini bu ana taşıdıktan sonra kendine şunları sorabilirsin;
Bu öfke neden var?
Bu öfke bana hizmet ediyor mu?
Yoga öğretisine göre, zihnin gerçek olmayan düşünce ve yorumlardan özgürleşebilmesi için; tepkiselliğe düşmeden önce bu ana gelmek ve uyaranla tepki arasına mesafe koymak birçok sorunun çözümü olabiliyor. Yani zihni, yorumlayan olmaktan çıkarıp gözlemleyen konumuna taşıyarak.
Bir soru;
Yaşadığımız tüm acılar, endişeler, korkular ve sıkışmışlıklar; acaba içimizdeki bilgeliğin, sevginin ve coşkunun kaynağına dönüşebilirler mi?
Zihnimizden geçen her şeye inanmamaya; onların aslında gerçek değil eski deneyimlerimizden kalan tetiklenmelerimiz kaynaklı zihin ürünü hikayeler olduklarına uyanmaya başladığımızda ilişkilerimizdeki tavrımız da değişiyor. Kalbimiz yüklerini birer birer attıkça yaşamaya dair büyük bir coşku duymaya başlıyoruz; VAROLUŞUN COŞKUSU! Belki o zaman bir çiçeğin üzerinden rüzgarın geçişini hissedebilmeye başlıyoruz, güneşin yüzümüzü ısıtışını, bir karıncanın ayak seslerini veya farkındalıklı hareket ederken nasıl da tüm hücrelerimizin nefes aldığını…
Hermann Hesse’nin ‘TIPKI BİR KAPLUMBAĞA GİBİ KENDİ İÇİNE GİRİP YERLEŞEBİLMEK’ betimlemesini çok severim. Gerçekten de kendi içimize girip yerleşmeyi öğrendiğimizde ve daha da önemlisi oraya sığabildiğimizde zihnin cümleleri ile kalbin cümlelerini ayırt etmeye başlıyoruz. Ve gerçek ihtiyaçlarımız da buradan belirmeye başlıyor.
Mevlana’nın bir sorusu vardır;
”BUGÜN KENDİNİ YETERİNCE SIK ZİYARET ETTİN Mİ?”
Hepimize bir su kadar berrak bir zihinle, kendimizi sıklıkla ziyaret ettiğimiz kocaman kocaman anlar diliyorum.
Sevgiyle.