Hint mitolojisi dünyanın en eski mitolojilerinden biridir ve emsallerinden oldukça farklıdır. Mezopotamya, Mısır ve Yunan mitolojilerine göre daha geniş kapsamlı ve günümüzde sosyal çevreler üzerinde dinamik etkisini korumaktadır. İlk bakışta politeist (Çoktanrıcılık) gibi görünse de, tek bir ilahi yaradanın farklı suretlerde ve ifadelerde nitelendirilmesidir. Bütün bu görüntülerin arkasındaki tek bir yüce gerçekten bahsedilir, evrenseldir.
Lotus yani nilüfer çiçeğinin ve lotus sembolünün yogiler ve yogaya meraklı kişiler için anlamları çoktur. İnsanoğlunun kendini gerçekleştirme ve insan olma deneyimi lotusun çiçek açmasına benzer. Mitolojide lotus çiçeğinin açması ve taç sembolü saflığı, güzelliği ve ilahi bilinci temsil eder ve bu ilahi bilinç “bütünlük”tür. Bu bilincin temsili, Hint mitolojisinde lotusun yaprakları içinde oturan ilah Brahma ile karşımıza çıkar.
Lotus çiçeği kanallarda ve bataklıklarda yetişir. Kökü, bulanık suyun tabanındaki çamura saplıdır. Güneşin ışınları suyun üzerinde yansıma oluştururken, lotus bataklığın içinde direkt olarak güneşi göremez, ancak yansımaları görür. Yine de suyun dibinden güneşe doğru köklerinden dimdik yükselir. Yüzeye çıkıp, küçük bir hareketle yüzünü güneşe çevirir ve çiçek açtığında, suyun üzerinde yapraklarının hiç birisini artık bulanık suya değmez. Lotusun yaprakları tek bir merkezden doğar ve her yaprak çeşitli yerlerinden birbirine bağlıdır. Bu oluşum, senkronize bir uyumu ve bütünlüğü temsil eder. Böylesine mükemmellik içerisinde çiçek, etrafa narin bir güzellik saçar.
Lotusun güneşe doğru yolculuğu, yoginin yolculuğuna benzer.
Lotusun kök saldığı bulanık ve çamurlu su, Maya (illüzyon) yani dünyayı temsil eder. Bizler de dünyaya kök salmışızdır. İllüzyonun tesiri ile, dualitenin çamuru ve bulanıklığında kendi gerçek doğamızı unutarak, dünyanın sonsuz doğum, hastalık, kutlama, ölüm döngüsü içine çekiliriz. Geçici bedenlerimizle, düşüncelerimizle özdeşleşiriz. İllüzyonda olan ruhumuz; bedenlerimize bağlı cinsiyet, din, dil, ırk, aile, iş gibi kimliklerimizle özdeşleşir ve bizi diğerinden ayırarak dualite içine saplar. Cehalet içerisindeki ruhumuz; gerçek doğasını yaşamak yerine, bu sahte kimlikleri kontrol etme ve maddenin tadını çıkarma hevesi içerisine girer. Artan heves ile ihtiras, açgözlülük ve öfkeye hizmet ederek, illüzyonun daha derinlerine, adeta bataklığın dibine sürüklenir.
Yogi, kimliklerle ve etiketlerle özdeşleşmenin; kendisine bütünün parçası olduğunu unutturan dualitenin çamuru olduğunu bilir. Köklerinden, dual olmayan bilincin ışığına yönelmesi, kendi spiritüel yolculuğu olur. Tomurcuk halinde lotusun, içinde varolan doğal potansiyelinden, çiçek açmasına doğru yolculuğundaki amaç, en saf ve doğal güzelliğine dönüşmesi ve bu güzelliği saçmasıdır. Suyun üzerinde suya değmeden yüzdüğü gibi, Maya, değişken duygu ve arzularla karanlığa yöneltse de, Yogi, her türlü zorluktan, cazibeden, zevk ve acıdan etkilenmeden, içindeki ışığın kaynağına doğru yaşar. Bilgeliğin yolunu aydınlatmasıyla, çiçek açan bilinci dualiteden özgürleşmiştir, etrafına en saf ve mükemmel doğasının güzelliğini, aydınlığını yaymaya başlar.
Sınırlı anlayışımız ve şartlanmışlıklarımızın bulanıklığı içerisinden, bataklığın farkındalığı ile dikkatimizi gerçekliğe çevirirsek her zaman üzerimize yansıyan bilgeliğin ışığını fark edebiliriz. Vishnu’nun göbek deliğinde beliren lotus gibi, kendi merkezimizi hissederek, bilgeliğin sesini dinlediğimizde duyabiliriz.
Yoga, eğer sebat edersek, ışığı takip ettikçe, elbet suyun üzerinde yüzeceğimizi ve insan olmanın gerçek doğasını ve tam potansiyelini gerçekleştireceğimizi söyler. Çiçek açan lotus, birlik bilinci ve sevgidir. Kendi içimizdeki lotusu bulduğumuzda ve onun mükemmel doğasını farkettiğimizde arayışımız sona erer. Özdeşleştiğimiz zihinlerimizden özgürleşmek hızlı ve kolayca olmaz, sabır ve zaman gerektirir, belki bir nilüferin ömrü kadar, belki bir yoginin sonsuz yolculuğu kadar.
Padmasana yani “bedenin lotus postürü” yüzlerce yoga pozu içerisinde en önemli pozdur. Bilincin çiçek açması için, derin meditasyon ve içsel odaklanma pratik edilir. Tüm pratik edilen uygulamalar derin meditasyon ve bilincin uyanmasına yöneliktir. Padmasana’da bağdaş olarak yerleştirilen çapraz bacaklar beden için sağlam bir temel oluşturur. Otururken köklerimiz ve yeryüzü ile derin bir bağ içerisinde oluruz. Ayaklar ve eller nilüferin güneşi arayışı gibi yeryüzünden göğe doğru çevrilir. Padmasana’da omurga lotus çiçeğinin bataklıktan narince kendi doğasına ışığa uzaması gibi eforsuz bir şekilde kendi doğal kıvrımlarını – S şeklini ifade eder. Bedendeki suptil enerji merkezlerinin açık konumu ile parana (yaşam enerjisi)nin yükselmesi için sabırla ve farkındalıkla açılmaya yöneliriz. Padmasana da diğer tüm yoga pozları gibi bir hedeften öte bir araştırma ve bir yoldur.