Sağlığın yalnızca fiziksel düzleme indirgenemeyecek bir bütün olduğu gerçeğini sık sık hatırlamamız gereken kritik dönemler içerisindeyiz. Öyle ki başlangıçta bir an önce kurtulmak, geride bırakmak istediğimiz bir küresel kriz hâli; tam ortasından geçerken dahi psikolojik dengemizi yeniden bulmamızı gerektiren uzun soluklu bir sürece dönüştü. Mümkün mertebe normalize etmeye çabaladığımız bu yeni durum, tam da kendi bünyemizde barındırdığımız iyileşme ve yeniden yapılanma mekanizmalarını keşfetmeye vesile oluyor. Bu keşif yolunda; insanoğlunun diğer tüm canlılardan daha elzem biçimde ihtiyaç duyduğu ilişkisellik ve bağ kurma hâlini sinir sistemi üzerinden teorize eden Psikiyatri Profesörü Stephen Porges’in, nörolojiye kazandırdığı yeni yaklaşıma çok şey borçluyuz.
Nörobilim ve evrimsel biyoloji alanlarına yaptığı değerli katkılarla tanınan Porges, otonom sinir sistemi fonksiyonuna dair geliştirdiği Polivagal Teori ile üzerinde çalıştığımız bedene ilişkin yepyeni bir yol haritası ortaya koydu. Daha önce sempatik ve parasempatik olarak iki başlık altında tanımlanan otonom sinir sistemine yeni bir dal ekleyerek Vagus sinirinin, psikolojik ve fiziksel kondisyonumuza olan kapsamlı etkisini ve anksiyeteden depresyona, migrenden kalp/tansiyon sorunlarına kadar pek çok kronik rahatsızlık üzerindeki iyileştirici niteliğini kanıtladı. Klasik görüşte vücudun; stres altındayken sempatik sinir sistemi aktivasyonuyla “savaş ya da kaç” komutlarına adapte olmak ile parasempatik sistem aktivasyonuyla hayatta kalma mekanizması olan “don” komutuna programlı olmak arasında gezindiği varsayılıyordu. Porges, bu iki uçlu yaklaşıma vagus sinirini dahil ederek ventral ve dorsal (ön ve arka) ismiyle iki farklı çalışma mekanizmasından bahseden ilk isim oldu. Bilhassa ventral vagusun, otonom sinir sisteminin stres altındaki savunma özelliklerini sınırlandırıp vücudu sosyal etkileşim ve güvenli hissetme hâline teşvik ettiğini saptayarak; kronik ya da akut herhangi bir kriz anında ruhsal ve davranışsal sakinliğin sanıldığı kadar uzakta olmadığını ispatladı.
Beyinden bağırsağa uzanan ve kalp, böbrekler, akciğerler gibi organlarla yüz kasları, kulak içi kasları ve ses tellerini dahi sarmalayan, en uzun kafatası siniri olma özelliği taşıyan vagusun ventral kolu, sosyal sinir sistemini oluşturuyor ve kriz anlarında bir tür fren işlevi görüyor. Bu mekanizmanın verimli çalışabilmesi için ventral vagus’un uyanık ve aktif tutulması gerekiyor. Vagal tonus denilen bu aktivasyon, metabolik ve psikolojik homeostazinin sağlanabilmesi ve dış uyaranlara sağlıklı yanıtlar verilebilmesinin yolunu açıyor. Porges ise bu dengelenme halini sosyal ilişkisellik olarak tanımlıyor. “Savaş, kaç ya da don” komutları uyarıldığında sergilenen kaygı, korku, öfke, travma sonrası stres bozukluğu, disosiyasyon gibi hâllerden bizi kurtarıp; ortam, kişi ve kendimizle bağ kurmamızı olanaklı kılan sosyal ilişkilenme zeminini inşa eden vagal tonustur. Ventral vagus düzgün çalıştığında; kişiyi amaçlanan sosyal etkileşim durumuna ulaştırır ve sağlıklı iletişimi, uygun sakinleştirici davranışı destekler. Sosyal etkileşim içerisinde; bağ kurma, sevgi, dostluk, paylaşım, duyarlılık, empati, özen gibi duyguları deneyimleyebiliriz ve böylece otonom sinir sistemimizi düzenlememiz kolaylaşır.
Pozitif ilişkisellik hâlinin sürdürülebilirliği ve ulaşılabilirliği ise sempatik sistemin stres yanıtı ile sosyal iletişimin gevşeme yanıtı arasındaki rol değişimini regüle edebilmede yatıyor. Davranışlarımızı, zihinsel ve fiziksel sağlığımızı optimize eden bu mekanizmayı işler tutabilmenin çeşitli yolları mevcut. Vücudumuzdaki hiçbir durum süreklilik göstermediği için sempatik zincir ile vagal tonus arasında gel-git yaşanması çok olası ve normal kabul edilir. Uzun vadede hedeflenen; bu döngü içerisinde bireye, fiziksel ve duygusal güvenlik alanına, stres veya donma tepkisinden sosyal etkileşim durumuna kendi başına doğal olarak dönebilme yetisi kazandırabilmektir.
Vagus sinirinin ventral dalının sakinleşme aktivitesini desteklemede en önemli yardımcıların yoga, meditasyon ve nefes uygulamaları olduğu ise pek çok çalışmayla kanıtlanmış durumda. Sinir sisteminin öz-regülasyon becerisini geliştirmede, sürüngen beynin aktivitesini kontrol etmede, nefesin ve hareketin yarattığı kas uyarılması ve titreşim yoluyla bedene güvenlik temini vermede, bütüncül yoga pratiğinin yeri çok büyük. Ayrıca ventral vagusun konumu itibariyle diyafram kası ile yakın ilişkide olması da nefes egzersizlerini oldukça mühim kılıyor. Düzenli ve bedenin kendine özgü ihtiyaçlarını gözeten bir yoga uygulaması, hâlihazırda nefes çalışmasını ve bilinçli farkındalık tavrını kapsadığı için ventral vagusu doğrudan aktive edebilme özelliği taşıyor. Çevresel tetikleyicilerin etkisini minimum düzeyde algılamaya yönelik bir farkındalık zemini inşa etmemizi sağlayan yoga, meditasyon ve nefes pratiklerini; titreşimi yoğunlaştırması nedeniyle mantra söylemek, bedensel arınma yöntemleri olan kriya uygulamalarını kullanmak, bedendeki enerji kilit noktaları olan bandhaları güçlendirmek gibi metodlarla zenginleştirebiliriz. Nefes ile koordineli devam eden hareketin; bedenden başlayarak zihne ve ruhsal kondisyona erişen kapsama alanı, bize yoga çatısı altındaki her türden uygulamanın doğrudan sinir sistemiyle bağlantı kurabildiğini gösteriyor. Pozitif ilişkisellik deneyimini geliştirmeye ve korumaya giden yolun haritasına baktığımızda; yoga, başlangıçtan bitişe dek faydalanabileceğimiz bir rehber rolünü üstleniyor.
Sinir sisteminin düzenli işleyişindeki bozukluğun süregelen etkilerini hafifletmenin, sistemi tekrar regüle etmenin, psikolojik ve metabolik rahatsızlıklardan korunmanın altında vagus sinirinin iyileştirici gücü yatıyor. Bu gücü uyandırabilmek adına destek alabileceğimiz araçlar ise çok uzağımızda değil. Yalnızca atılacak bir adıma bakıyor.